bg

Hikayemiz

TEDxAnkaraCitadel 2016 HİKAYEMİZ

“Satrançta kahramanlar yoktur.”
Cory Evans

“Satranç tahtasında tüm denizlerdekinden daha fazla macera vardır.”
Pierre Mac Orlan

Sürreal Bir Pazartesi

2013’te “Curricula Vitae” ve 2014’te “Şifreler ve Semboller” temalarıyla kalplerimize dokunan TEDx Ankara Citadel’le bu kez de onlarca satrancın bulunduğu Guinness rekortmeni bir mekânda, Ankara Kalesi içindeki Gökyay Vakfı Satranç Müzesi’ndeyiz. Çok özel hamlelerin yapılacağı koskocaman bir satranç tahtasının üzerinde iki kanada dizilmişiz... Birazdan sizlere hamlelerini anlatacağım bu oyunun bir kahramanı yok, olmayacak… Onlar kendi maceralarını yaşıyorlar... Bu mekânda öğrendik ki, satrançta kahramanlar yokmuş ama yine de maceralar tüm denizlerdekinden çokmuş. Bizim maceracılarımız sanatçılar, aşçılar, mühendisler, diplomatlar, doktorlar, çocuklar ve daha birçokları… Farklı hayatlardan yükselen bir ortak kalp atışını, bireye ve topluma değer katmayı, yaşam kalitesini artırma çabasını, yayılmaya değer fikirleri, ‘Muse’u, bu kocaman satranç tahtamıza getirdiler.

Muse ilham kaynağı, esin perisi. Mitolojide Zeus’un dokuz kızı. ‘Music’ ve ‘museum’ kelimeleri de bu kökten türemiş. Ve bu sabah erkenden ilham perileri müzeye doluşuvermiş. Kimilerimiz içinde aramış ilhamı; kimilerimiz dansta, sanatta; kimilerimiz bir mekânda, bir çocukta, bir minik kuşta…

Satranç tahtamızdaki ilk açılım: Yoga eğitmeni Seda Özsoy’la spiritüel bir yolculuk. Bir kapanma anı vesilesiyle, aydınlığa erişme çabası. Anda olmaya giden yol. Bazen bir arpa boyu, bazen ışık yılı. Ayak tabanlarımızdan köklenip yeryüzüne, başımızın üstünden uzanırken gökyüzüne, arafta özle temas anının ayırdında, dünyevî olandan, ruhanî olana uzanan dik bir ip merdivenle, Namaste! İlham kaynağı içimizde.

Bir hamle de Can Atilla’dan; “İlham içimizde saklı mıdır?”. İçtenlik, inanç ve dualarla, yaratıcıdan dilediğimiz yardım ansızın kalbimize üflenir mi, kulağımıza fısıldanır mı? “Bir melek bir insana ilham verebilir mi?” Bestecimiz araştırmış ve İslam tasavvufunda bu mertebenin mevcut olduğunu görmüş; Nefsi Mülhime. Çeşitli frekanslardan, her türlü yayının yapıldığı evrende, ortak bir titreşimle, samimiyetle dilenen bir mucizenin hayat bulması bal gibi de mümkünmüş. Sanatta ve yaratıcılıkta öğretilemeyen şeylerden öğretilene, “ilham”dan “bilgi”ye evrilen, serinletici, narin bir yelpaze bestecinin ellerinde.

Ve bir karşı hamle! Perisiyle özel mekânlarda randevulaşanlar da var aramızda. İlkin ilham perilerini müzelerde karşılayan sanat direktörü Derya Bigalı hamlesiyle “Müzeler şehirlerin pırlanta taşları ve cazibe merkezleridir. İlham perileri güzel yaşamın anahtarlarını sunarlar,” diyor. Yaratıcı fikirleri harekete geçirebilme gücüne sahip yaratıcı mekânlar ve şehirleri, tek bir ilhamın tüm toplumu saran dönüştürücü etkisini, müzeler üzerinden salona estiriyor. Hafifliyoruz. Müze inceltir, besler, yeniler, iyileştirir. Yaratıcılık, açık fikirlilik ve ilham müzelerde ikâmet eder.

İlham perisiyle mekânlarda buluşan bir diğer konuşmacıysa diplomat Mustafa Osman Turan. Hayali mimar olmakmış. Çocukluğunda, arkadaşlarıyla yığınaktaki odunlarla evler yapar, birlikte oynarlarmış. “Dostça, kardeşçe mekânlar yapmak hayali herhalde oradan kaldı,” diyor. Yıllar sonra Brüksel’de bir çikolata fabrikası girişinde yazılı “Burada başka bir dünya oluşuyor” cümlesinin gizemli davetine kendini bırakarak, bilinçsiz, plansız bir randevuya, çocukluk oyunlarının tanıdık duygusuyla buluşmaya, tam da zamanında varmış. Mekânın vaat ettiği potansiyel tesir ve temas örüntüsünden heyecan duyarak, yaydığı enerjiyle, geçmişe duygusal ışınlanmamıza vesile olan başka dünyaların oluştuğu mekânlar kurgulamış. Çocukluğuna, o günlerin saf, dostça duygularına ulaşma arzu ve çabası, birlikte oynamaya, birlikte yaratmaya duyduğu inançla, gençlerin hemhal olduğu sıra dışı bir mekân yaratmış. Ve ilham perilerini orada konaklatmış.

Mekândan ilham alan bir diğer konuşmacımız, üç yaşındaki Akın’ın babası Mete Çakmakcı. Bir mühendis ve teknoloji gönüllüsü. Takım olmanın, net, berrak, pozitif iletişime açık ortamlar yaratmanın gereklerini uzun yıllar iş ve özel yaşamında deneyimlemiş. İpuçları damıtmış. Bu birikimini endüstriyel seviyede bir ortak macera merkezi kurgulamaya aktarmış. Farklı disiplinlerden, farklı bakış açılarını buluşturan bir mekân. Özel hayatındaysa oğluyla ve pozitif iletişimin simgesi olan “Akın’ın macera arabası”yla, rutin olanı maceraya dönüştürerek, formatlanmamış ortamlar deneyerek, güven ve iletişime açık ortamlar yaratarak yol almaya devam ediyor.

Yaş aldıkça çocukluk günlerimizi bir başka özlemle anmaya başlıyoruz. Kimi zaman oyunlarına, mekânlarına, kimi zaman lezzetlerine özlem duyuyoruz. Annelerimizin, ninelerimizin mutfakta özenle, sevgiyle yarattığı tatları arıyoruz. Tam da bu arayışın getirdiği ilhamla, bir hamle de Master Şef Zeki Açıköz’den. Yöresel lezzetlerin, geleneksel üslupla sunulduğu bir girişim oluşturmuş. Her bölgeden mesleğini seven, bilinçli, yetenekli aşçıları yaylalara, köylere, Ayşe nineye, Fatma teyzeye göndermiş. Reçeteler alınmış, denemeler yapılmış. Geçmişin özgün lezzetleri bugünün sofralarına, şölen havasında taşınmış. İlham, bu kez bir tabak lezzetle, çocukluğa, memlekete, eski sofralara ulaştırmış.

Müzedeki perili satranç takımına bakarken, aklına kendi satranç takımı gelmiş mimar, mühendis ve akademisyen Refik Toksöz’ün; engelli satranç takımı —tahta bacaklı, işitme engelli taşlar— satranç tahtası üzerinde kolayca ileri sürülmüş, hamle yapılmışlar. Oysa gerçekte öyle mi engelli hamleleri? Oyun tahtasındaki gibi bir çırpıda kolayca yapılabilir mi? Yoksa sağı solu kısıtlarla mı çevrili? İşte bu engellenmişlik hissini deneyimleme fırsatı veren bir projenin sahibi Refik Toksöz, “empati sokağı” projesi. İlham kaynağı engelliler olmuş.

Dünya diğerinin problemine duyarlı olup, çözüm üretmeye çalıştıkça daha yaşanır hale geliyor. Tıpkı “Engeller takılmak için değil, yıkılmak için vardır,” diyen Üst­Zem çocukları Alper, Ediz, Efe Noyan, Ömer Akın ve Fatih Efe gibi. “Dünya size göre biçimlendiğinden biz engelliyiz, bize göre olsa siz engelli olurdunuz,” diyen görme engelli çocuklara duygudaşlık ederek, hareketliliklerini kolaylaştırmak için yönlendirici bir baston tasarlamışlar. Bu hamleyle sahneden geçerken aldılar gönüllerimizi. Engelli arkadaşlarının hayallerine ortak olabilen bu duyarlı çocuklar, iyi ki varlar.

“Satranç bünyesinde oyun, sanat ve bilimi barındırır. Sporcunun, aktörün ve bilim adamının özelliklerini sahiplenen kişi yenilmez olur.”
Tigran Petrosian

Âdeta yenilmez savaşçı bir Amazon hamlesi; Tighereda Kulessa. Çocukluğundan, çoluk çocuğa karışana kadar çetin bir yaşam mücadelesi vermiş. Hayat onu zorladıkça direnmiş. Ne ailesel ne de toplumsal dayatmalara boyun eğmiş. Dans ederek ayakta kalmış. Dans ederek dünyayı arşınlamış, gönüllü işler yapmış, ihtiyacı olanlara el uzatmış. Dansa davet eder gibi güzellikleri de davet etmiş yaşamına. Dans ederek özgürleşmiş. Dans ettikçe parıldayan, dans ettikçe perilenen özgür ve özgün bir ruh. Bir dünya vatandaşı. Onunki önünde eğilinesi, ayakta alkışlanası bir yaşam dansı.

Yenilmez Tighereda’nın yaşam dansından bir yönetici hamlesine! Faruk Eczacıbaşı’nın “Zarlar ve Periler”ine… Yaratıcı kişiliklerin özelliklerini, zekâ ve öğrenme şekillerini, eğitimdeki yeni seçenekleri gözden geçirerek, baskıcı ortamlara gelemeyen, çekingen ilham perilerinin davet edilebileceği yaratıcı ortamlar, yarışmalar, projeler kurgulamış. Tanrı’nın attığı zarların etkisini en aza indirebilmek için azimle, bıkmadan usanmadan çalışmaya ve kullandıkça azalmayan tek kaynak olan bilgiyi çoğaltmaya gönül vermiş… İşte bu ilhamla da balık vermek, balık tutmak değil, balıkçılık işini bir sistem olarak öğretmenin yeni endüstrinin görevi ve bunun Tanrı’nın attığı zarları dengelemenin bir yolu olduğuna inanarak kendi hamlesini yapmış bir yönetici.

Leylek misali vakitlice göçmeliydi buralardan sıcak diyarlara. İri, göçmen bir kuş değil, küçük, yerleşik bir kuş çekmiş dünyanın halısını, Melih Özbek’in ayaklarının altından. Yaşadığı kentin alışılagelmiş kızılgerdanıyla geç gelen tanışma, sorgulatmış ona hayatı; “Ben bunu kaçırıyorsam, hayatta daha başka neler kaçırıyorum?” diyerek düşmüş denk gelemediklerinin peşine, elinde objektifiyle. Dünyanın fotoğraflanmasına adanmış hamlesi buna hakikaten de ne denli değer olduğunu da gösteriyor.

Göz Hastalıkları uzmanı Pınar Aydın O’Dwyer, hamlesinde bizi beyninin içine alarak beraber dolaşmak istiyor. Beyninin dehlizleri, bir sanat galerisinin koridorlarını andırıyor. Renk renk tablolar, resmedilmiş ünlü­ünsüz karakterler, resimlerdeki ilham perileri... Derin derin bakmalar… Hatta payına tıbbi bulgular düşen ressamlar. Hayatın sanatla örülü estetik yanı ile mesleğiyle harmanlanmış teknik yanı arasında rengârenk bir köprü kurmuş Aydın O’Dwyer. Hayatın evreleri sarmalında hiçlikten, yeniden doğuşa, tüm o anafor anlarında, “Ben nerdeyim? ne yapıyorum? Bütün kolye ve küpeleri aldım, bütün renkleri denedim, şimdi ne yapacağım?” sorgulamalarında esin perisi de elinde zerafetle bize tuttuğu aynada. Caz müzisyeni, besteci ve aranjör Janusz Szprot, Dolce Caz Vokal Grubu’yla yapıyor çok sesli hamlesini. Duygu, Damla ve Merve’den oluşan vokal grubunu, birlikte çalışmaya motive eden üç unsur; tınlama yani farklı melodiler bir araya geldiğindeki çınlama, şarkılardaki öyküler ve müziğin farklı renklerine olan ilgileriymiş. Bir “çokseslilik öyküsü” sunuyorlar. Performanslarında çoksesliliğin yanısıra başka tamamlayıcılar da var; döneme özgü aksesuarlar, eldivenler, saç tokaları, kastanyetler, dans, koreografi ve şarkılara ufak Dolce dokunuşları. Satranç tahtası bir anda müziğin coşkusuyla hareketleniyor, herkes, herkes gülümsüyor, tempo tutuyor, eşlik ediyor. Tighereda da içindeki dans tutkusuyla sahnede, grubun tam yanında, coşkuyu çoğaltıyor.

Yılların tecrübesiyle ve sevgiyle yapılan bir hamle: hayatının kırk yılını köy çocuklarının eğitimine adamış akademisyen Hüseyin Vural. Sevgiyle tohumlar serpmiş, sevgiyle yeşertmiş. Önce fidan, sonra ağaç olmuşlar. Onlar da dallarıyla, yapraklarıyla başka çocukların saçlarını okşamışlar. Bu katman katman çoğalan etkinin ortaya çıkmasında ilham kaynağı çoban Hüseyin olmuş. Anlaşılan o ki çobanlık bu güzel çocuğun tek uğraşısı da değilmiş, zaman zaman esin periliğiyle de iştigal edermiş. Günün birinde çocukların okumaları için birşeyler yapma arzusunu hocamızın yüreğine fısıldayıvermiş. Hocamız, o gün bugündür, köy çocuklarını okutmayı, hayata şanssız başlayan çocukların önüne imkânlar koymayı yaşam gayesi edinmiş kendisine. Kitaplar göndermiş, karşılığındaysa binlerce teşekkür mektubu almış, harikulâde mektuplar, saf sevgi dolu, geleceğin sanatçılarından nakış gibi işlenmiş rengârenk mektuplar. “Kaygılarımızı giderecek birşeyler yapmalıyız çocuklarımız için. Gönüllülük... Sevdiğimiz için, o çocuğun insan olarak bu dünyaya verebileceği katkının kocaman olabilmesi için hepimizin yapabileceği birşeyler var,” diyor hocamız ve elinde tuttuğu şeffaf kutuyu gösteriyor; Türkiye’nin dört bir yanından, mektuplarla birlikte gönderilmiş, özenle ve bir arada saklanan kurumuş kır çiçekleri ve yapraklardı âdeta o çocuklar... Yazı yazmayı henüz öğrenmiş o sıcacık el yazısı, satırdan düşen o mektuplardaki harfler, gönlümüzün en güzel köşesinde... Sevgi, hepimizin gözünde, en somut haliyle oradaydı... Aşağı satıra sarkan küçük, mahçup bir ‘m’, itişen şakacı bir ‘u’, aradan başını uzatıp muzipçe gülümseyen bir ‘s’ ve neşeli bir ‘e’.

İlham perileriyle, maceralarıyla bizleri müzedeki bir satranç tahtasındaymışcasına havalandıran maceracılarla yol aldık: mekânın derinliğinden bakışın derinliğine, sanatın derinliğinden ruhun derinliğine, empatiden bir kuş bakışında kendini çözümlemeye, bir aynada sırrını keşfetmeye... Akıl, düşünce, yaratıcılık, bilim, sanat ve edebiyatın esin perileriyle bezenmiş onca hamle… Hepsi ayrı hikâye. Kendi cennetini yaratan ve diğer insanların hizmetine sunan, fark yaratan insanlar, kişisel yolculuklarındaki ilham kaynaklarını paylaştılar. Herkes kendi tadındaydı; tıpkı satranç tahtasındaki taşlar gibi kahramanları olmadı ama denizler kadar maceraları vardı. Bu salona giren insanlar değiliz hiçbirimiz artık. Maceralar bizi savurdu, çalkaladı, anımsattı, devinim kazandırdı. Hikâyeler bizi birbirimize yaklaştırdı.

Dünya değişiverdi, biz dönüşüverdik. Çokça iyilik, güzellik, azim, yenilmezlik, gönüllülük, adanmışlık, zekâ ve disipline tanıklık ettik, dirildik, güçlendik.

Bize bu deneyimi sunan bir avuç insan. Berrin, Arzu, Ebru, Defne, Meltem, Tayfun, Şükran ve Yalın’dan oluşan çekirdek ekip. Onlar da bu dünyayı daha iyi, daha güzel, daha kaliteli, daha özel, daha yaratıcı, daha üretken, daha dostça velhasılı daha yaşanılası kılmak için bir araya gelmiş, içten bir adanmışlıkla emek vermiş TEDx gönüllüleri. Çoğalmanız, üretmeniz, paylaşmanız dileği ve binbir teşekkürlerimizle…

Küratörlüğünü ve sunumunu Berrin Benli’nin yaptığı TEDxAnkara Citadel’in “Muse” temalı etkinliği, 30 Mayıs 2016 tarihinde Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki’nin açılış konuşmasıyla başlamış ve TEDxReset Küratörü Ali Üstündağ’dan günün özetiyle son bulmuştu. Bu yılki etkinliği size hikâyeleyen ben Ebru Dilan’la da TEDx Ankara Citadel tarihe not düşülmüş oldu. Gökten üç “Muse” indi… Biri maceracılarımıza, biri ekibimize ve diğeri de siz okuyucularımıza… Esin perileriniz bol olsun.

Ebru Dilan
30.05.2016, Ankara

PDF indir.